29 Aralık 2008 Pazartesi

Ne Kadar Bilgiliyiz?


Sinema ve diğer sektörlerde ne yazık ki level atlayıp bir üst kademeye ulaşamıyoruz. Bu sektörde ne yazık ki hep böyle. Bilgisayar işinde copy/paste nasıl varsa sinema içinde aynı şeyi söylebiliriz. Aslında bir başka açıdan bakarsak zaten insanoğlu hayatının sonuna kadar her şeyi beynine kopyalıyor ve işte farklılık burada başlıyor. Bir bilgiyi algılarsınız Ali'nin beyni farklı yorumlar Veli'nin ki başka... Yorum ve bakış farkı işte burada önem kazanıyor. Kopyalamak iyidir ama ezber çok kötüdür. İkisinin arasında ki o ince farka iştirak etmeniz gerekir. Quentin Tarantino bizzat kendisi açıklamıştır "ben her filmden bazı şeyler çalarım". Ama çalmakla kalmıyor filmlere kendi yorumunu katıyor ve başka bir tür üretiyor sinemada kendince. Tarantino öyle ahım şahım bir sinema eğitimi almadı onun hocaları üniversitedeki profösörlerden kat kat iyiydi. " Okula gitmiyorum filmlere gidiyorum "

Yönetmen mi olmak istiyorsunuz? Bu çok basit... Hemen elinize bir kamera alın ve delice çekmeye başlayın ve kendi tarzınızı oluşturun. Durmadan çekin. İlk kısa filminizde festivallerden ödül almayı beklemeyin. Yönetmenlerin başarısı kafasında ki o imgeyi görüntüye düşürme becerisi kadardır. O yüzden kameralarla haşır neşir olun ve bu işte kendi deneyimlerinizi edinin. İlk kısa film denemeniz bir düğün videosundan farksız olur büyük ihtimalle ama ilerdeki deneyimlerde kalitenin arttığını sizde göreceksiniz.

Written By: CineWriter

25 Aralık 2008 Perşembe

Mac vs PC ( Tranformers Stilinde)

İnternette şans eseri karşılaştığım bu kısa filmi sizinle paylaşmak istedim. Mac ve Pc arasında ki savaşı aksiyon ve komik bir dille anlatmış....


9 Filminin Fragmanı ( Tim Burton ve Timur Bekmambetov)

Tim Burton ve Timur Bekmambetov'un yapımcılığını üstlediği sıradışı animasyonun yönetmeni ve senaristi ise Shane Acker var. Shane Acker'ın daha önceki 9 adlı kısa filminden yola çıkılarak yapılmış ve böyle kariyerli yönetmenleri arkasına alması filmin başarılı olacağını hissettiriyor.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yeşilçam Çıkmazı


Ah şu çıkmazlar bir türlü çıkamadılar hayatımızdan. Özellikle sinema sektörü içindeyseniz bu çıkmazları her saniye yaşıyabilirsiniz. Hayatın bir çok yerinde olduğu gibi... Bazılarının çıkarları uğruna size istemediğiniz bir şeyleri yaptırmak istemeleri insanın kendisini köle gibi hissetmesine neden olur. Ve eğer bu kişi "köle" kelimesine çok uzak biri olan bir sanatçıysa. Sanatçı olmanız için bakış açınızın diğer insanlardan farklı olması ( dikkat: kendiliğinden bir farklılıktan bahsediyorum yoksa bilerek farklılık değil ya da herkesin gözdesi imaj farklılığı değil) sanatçı olmanızın en büyük nedenlerinden biridir.

Farklı bakmak... Bir insan neden diğerlerinden farklı düşünür ki? Sanırım bunu açıklaması son derece karmaşık ve hem anlamlı hem anlamsız bir açıklama. Yaptığınız ve düşündüğünüz şeyler diğer insanlara saçma geldiğinde onların yaptıklarıda size saçma gelmeye başlar. Bir sanatçının hayatında şimdiki zamandan geçmişe gittiğimizde yaşadıklarını değil yaşadıklarının üzerinde bıraktığı etkiyi görmemiz lazım gelir. Yazı yazarken, resim yaparken, müzik bestelerken, bir film yaparken burda en önemli şey histir. İçinizde bir şeyler hissetmeden güzel ve insanı başka diyarlara götürecek hiç bir şey üretemezsiniz. Daha doğrusu yaptığınız o varlığa sanat eseri denemez. Denilmemelidir. Şu anda bir çoğumuz sanatçı dediğimiz kişilerin yaptıkları gibi... Ve bir şeyler hissetmenin en kolay yolu onu yaşamaktır veya onu farkedebilmek. İşte farketmek içinde diğer insanlardan farklı olmak gerekiyor üste söylediğimiz gibi, yoksa herkes sanatçı olurdu.

Türkiye'de yapılan filmlere ve dizilere baktığımda özellikle dizilerde aşktan başka bir şey hissetmiyor muyuz biz diye bir düşünceye kapıldım. Aşk elbette hayatımızın en büyük parçası ve bu her sanat eserinde olmalı ama bu hep karşı cinse olan aşk olursa biraz adi bir şey olur. İşlenecek o kadar çok aşk var ki biz tek tür aşkta kalmışız ve bunda da pek başarılı olduğumuzu söyleyemiyeceğim. Anne aşkı, adalet aşkı, hayat aşkı, bir bardak aşkı bile olabilir bu sizin üretkenliğinize kalmış. İşte bu evrede gerçek sanatçı işin içine giriyor. Bardak aşkı size çok saçma gelebilir ama bir sanatçı bunu size öyle bir anlatır ki yanıldığınızı anlarsınız o zaman.

Kendi Stiliniz Olsun

Sanatçı kopyacı bir mahluk değildir. Bir sanat dalı içinde bile ayrı bir sanat dalı oluşturacak size özgü orjinal bir stilinizin olması gerekiyor. Mesela Picasso. Sizce o normal bir resim mi yapıyordu? Mesela yazının başlığını oluşturmama yardımcı olan David Lynch. Mesela rap dünyasında kendi tarzını oluşturmuş Sagopa Kajmer. Eğer çok güzel doğa resimleri çiziyorsanız bu çok gerçekci bile olsa değeri pek fazla olmaz. Siz yeteneklisinizdir sadece bu hiç bir zaman yetmez. Sizin sesiniz çok güzeldir ama bir eser üretememişseniz sadece unutulursunuz. Yetenekten öte bir şey daha gerekiyor.

Sanatçı Olduğunuzu Anlamanın En iyi Yolu

Siz eserinize imza atmadan önce insanlar sizin yaptığınızı anlabiliyorsalar siz arık bir sanatçısınız demektir.

Written By : CineWriter

22 Aralık 2008 Pazartesi

Değişim

Bu blogda şimdiye kadar ki yazdığim yazıların tarzını değiştirmeye karar verdim. Bundan sonra ki yazılarda film analizlerine ve senaryo konusunda yoğunlaşıcaz. Yani filmlere yüzeysel değil daha derin bir bir bakış açısıyla yaklaşıcaz. Umarım sizlere daha yararlı olurum.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Yüzüklerin Efendisi Hikayesi (J.R.R.TOLKIEN'in Dünyası)


Yüzüklerin Efendisi ( Lord of the Rings ) filminin hayatımıza girmesine neden olan hiç kuşkusuz Tolkien'dir. Yazar hakkında genel bilgileri her yerde bulabilirsiniz. Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi'ni oluşturma sürecine kısa bir yolculuk yapcağız sizinle...

Elflerin Dilleri

1. Dünya Savaşı dünyada bir çok şeyi değiştirdi ve alt üst etti. İnsanları her yönden etkiledi ve girmediği delik don kalmadı. Yazarımız da 1. Dünya Savaşında görev alıyor ve bu görev sırasında Orta Dünya'da yaşayacak olan Elf'leri kafasında oluşturmaya başlıyor. Yazar gerçek dünyadan apayrı bir dünya hayal ediyor kendi dünyasında... Elflerin dilleri olan Qenya dilini üretmeye başlıyor ve bu dilin söylenenlere göre tamamen farklı bir dil yapısı içinde olduğudur. Kelimeler başka ve hiç bir şey başka bir dilden esinlenerek yapılmamış. Yazarın kendisi İngilizce, Almanca ve Fince biliyor.

Tek Başına Değil

Tolkien bu eserde büyük bir paya sahip olsada tam anlamıyla sıfırdan kendinin ürettiğini söylemek doğru olmaz. Arkadaşarı ve öğrencileri ile yapılan toplantılar ve bu toplantılarda anlatılan eski dilde masallar Yüzüklerin Efendisi'nin oluşmasında büyük bir katkı sağlamaştır. Aslında bizim senaristlerimiz ve bazı genç arkadaşlarımızında böyle bir uygulama yapması Türk Sineması içinde büyük bir katkı olur.

İlk Eser "The Hobbit"

Yüzüklerin Efendisi'nden önce The Hobbit adlı kitabını yayınlıyor 1937 senesinde. Eser içinde ki karakter zenginliğiyle bize o yıllarda yeni karakterler hediye ediyor ve diğer çizgi film, film ve kitaplarda tanıştığımız sivri şapkalı, elinde asası, beyaz sakallı ve cübbeli sihirbaz karakterini bize Gandalf ile bütün dünyaya armağan ediyor.

Yılmamanın Armağını

The Hobbit'in sanıldığı gibi o dönemde pekte tutulduğunu söylemek zor çünkü o dönemde eski dil profesöründen basit bir "masal" çıkması onu yoğun eleştirilere maruz bırakıyor. Bu kötülemeleri dinlemiyor ve örnek bir davranışla kendi yoluna devam ediyor. Ve "The Lord of the Rings" gibi dünya edebiyatının sayılı örneklerinden birini bize armağan ediyor. The Hobbit ile The Lord of the Rings, birbirine benzetilsede ikisi arasında ki farkı kitapları okuyarak anlayabilirsiniz.

40 Yıl

Tolkien bize bu eseri yazmak için büyük uğraşlar verdi ve her şey hemen olmadı. İşinden yılmama gibi bir davranıştan sonra bize ikinci büyük bir ders veriyor ve gerçek bir eser üretmenin o kadar kolay olmayacağını, sabrın burda altın kadar değerli olduğunu öğretiyor. Aslında Yüzüklerin Efendisi'nin bu haline gelmesi yaklaşık 40 yıl ya da daha uzun bir süre alıyor.

Silmarillion

Ölümünden sonra yayınlanan Silmarillion kitabında Orta Dünya'nın (Middle Earth) bize bin yıllık tarihini anlatıyor. Silmarillion'da sanki başka bir dünya varmış ve bize onun gerçek tarihini anlatıyormuş hissine kapılabilirsiniz.

Tolkien bize hayatının eserini yazmış ve kendisine kafasının içinde farklı bir dünya oluşturmuş. Burdan anlayacağımız bir sanat eserinin ne olursa olsun kolay üretilemeyeceği ve bizimde Tolkien'in hayatından dersler çıkarmamız gerektiğidir. Yazar olmanın o kadar basit olmadığını ve bu yolda bizim en önemli silahlarımızın sabır ve asla yılmamak olduğunu öğreniyoruz.

16 Aralık 2008 Salı

Türk Dizileri ve Biz (Karmaşık Hikaye)


Türk dizilerine baktığımızda hepsi birbirine benzeyen hikayeler ve konuşmalara varan benzerlikler görürüz. Bu da biz seyircilere yapılan en büyük haksızlık ve kandırmaca... Eğer bir dizi tutulursa hemen onun benzerlerini TV'lerde görmeye başlarız. Bu bir tek TV'de değil sanal alemde de öyle sanırım.

Aşk dizilerinin bolluğundan tutun, komedi dizilerinin hep aynı durumları işlemesine kadar varır. Sitcom tarzı diziler bizde ne yazık ki Avrupa Yakası dışında birbirlerine çok benziyor. Bazen Avrupa Yakası'nda da benzer konular olsada işleniş tarzı farklı olduğu için bunu bize pek hissettirmiyor. Ne yaptığınız değil nasıl yaptığınız önemlidir.

Komedi dizilerimizde bir kahramanımız mutlaka hafızasını yitirir, geçmişe dönülür, nedense cebinde olması gereken parayı bir yere koyar ve birileri onu karıştırarak alır, sonuçta hep aynı kişi onu yakalar vs. Yalancı Romantik dizisinde baş karakerimizin eşi onun hep romantik olmasını ister ve karakter eşini önce üzer sonra sevindirir ve köfteyi yer. Benim Annem Bir Melektir'de ise hep gelin kaynana arasında ki olaylar klasik bir şekilde işlenir ve olaylar hep aynı noktada birleşir.

Avrupa Yakası'nda olmayan şey işe yukarıda ki diziler gibi iki karakterin arasında ki olaylara kurulu olamayn bir hikaye yapısıdır. Basit karakterler karmışık bir hikaye yapısıdır.

Avrupa Yakası'ndan bir örnek vermek gerekirse, Burhan Sacit'e yakalanmamak için kılık değiştirerek iş yerine gider ve o bölümde küçük bir bebek vardır. Bu bebekle Kubilay arasında müthiş bir sevgi doğar ve Kubilay bebeği oyuncaklara boğar. Sacit ise Burhan'ın Tokat'ta değilde İstanbul'da olmasından şüphelenerek Makbule'yi muhallebicide ki arkadaşlarına emanet eder. Bu arada ise Cem, Gaffur'un sakarlığıyla sakatlanır ve hasta halinden pek memnun olmayan ev ahalisi onun eline dürbün verir ve giderler. Sonra Cem dürbünle bakarken iş yerini görür ve iş yerine dürdünle bakmaya devam eder. Burhan bu arada Tanrıverdi ile kavgalıdır. Burhan'ın Tanrıverdi'nin çalıştığı yere silah tutup eteş etmesi Cem'i korkutur. Sonra orada Makbule'nin gizlice Burhan'ı görmeye geldiğini görürüz. Aslı eve gelir ve Cem her şeyi ona anlatır. Burhan eve kılık değiştirmiş halde gelir ve bu arada kapı bozuktur. Aralarında Burhan ile karşısındakilerin başka konular hakkında ki ve herkesin kendi konusundan bahsettiğini zannetiği konuşmalar geçer. Sonra makbule gelir ve cebindeki oyuncak tabancayla Makbule'ye ateş eder. Her şey anlaşılır.

Burada bir çok olayla bağlantı kurmak hikayenizi daha kuvvetli yapar.

- Kubilay'ın çocuğa oyuncak alması ve oyuncaklar içinden Burhan'ın silahla oynaması,
- Kapının bozuk olması, (Cem hastayken annesinin kapıyı kırdırarak içeri girmesi ile)
- Makbule'nin muhallebiciden kaçmak zorunda olması,
- Tanrıverdi ile Burhan'ın kavgalı olması,
- Cem'im sakatlanması
- Cem'in hasta halinde ki psikolojisinden rahatsız olan ev ahalisinin onun eline dürbün verip evden kaçması vs. hikayeyi daha karmaşık ve komik bir hal aldırıyor. İki karakterin devamlı birbirleriyle çekişmesi değil zaman zaman bütün karakterlerin dizide aktif rol alması diziyi daha izlenebilir kılıyor.

Hikayeniz ne kadar karmaşık ve bağlantılı olursa o kadar başarılı olur.

Kazandığın

Kazandığın Sürece Sevilirsin...

Tim Burton ve Onun Hayal Dünyası


Beetle Juice! Beetle Juice! Beetle Juice! Tim Burton ya çok sevilir ya da nefret edilir ülkemizde ve çoğu ülkede olduğu gibi... Burton'u anlamak için onun filmlerini izlemeniz yeterli olmasada fikir sahibi olabilirsiniz. Kendisini en çok Vincent filmiyle tanıyabilirsiniz. Sorunlu, hüzünlü, içine kapanık bir çocuk olarak yetişmesi onun hayal dünyasına büyük bir katkı yapmıştır. Onun hayal dünyasında her şey güzel değildir. Size ilk başlarda korkutucu gelebilir ama onun hayallerinde ki karakterlere alıştıktan sonra her şey bir anda değişir. Gotik kültürünün bir numaralı temsilcisidir. Zaten hayal dünyasında ki karakterleri Disney'in karakterleri ile pek uyuşmadığından oradan ayrılmıştır. Ondan sevimli bir kurt çizmesini isteselerde Burton bunu asla kabul etmemiştir. İnsanın kendi düşüncelerinde kararlı durmasının bir örneğidir kendileri.

Hepimiz hayal ederiz ve hepimizin bir hikayesi vardır ama önemli olan bunu ifade etmektir. Yazarlar ve yönetmenler bu işte başarılı olan insanlardır sadece sizden çok fazla farklılıkları yoktur. Tim Burton şöyle der, "Çekeceğiniz hiçbir film aklınızdan geçtiği gibi olmayacaktır..." eğer başarılı bir yazar, bir çizerseniz bilin ki hayal dünyanızı çok iyi yansıtıyorsunuz demektir.

Burton'dan daha haberim olmadığı bir zaman ve 5 dakikasına bakıyım güzelse izlerim dediğim "Makas Eller" filmini izlediğimde içimde garip bir his ve ufak bir düşünce içinde sarhoşluk diyerek tanımlayabileceğim bir hikaye ile benim küçük dünyama girmiştir.

Tim Burton'un çizimlerine ulaşmanız için; Tim Burton Çizimleri
Kendi sitesine ve sadece internette yayınlanan animasyon'u izlemek için; StainBoy

15 Aralık 2008 Pazartesi

Yönetmen Olmak mı İstiyorsunuz?


Sinema ve sinemanın kamera arkası işlerine merak salmış insanların hayalidir yönetmen olmak. Ama bu kişilerin çoğu yönetmen olma fırsatı yakalayamaz ve kafasının içinden hiç çıkmıyarak son nefesine kadar onunla kalır. Genel mazeretler aynıdır. Kaliteli bir kamera yok. Senaryo yok. Para yok. Torpil yok. Torpille yönetmen olanların halini gördük. Senaryo yok diyenlerin halini de gördük.

Burda bize şizofrenik ve bazı tanıdıklarınızın önünü kesebileceği zor ama masalsı bir yol bekliyor. Düşünsenize babanıza veya arkadaşlarınıza ben yönetmen olacağım dediğinizi. Çoğu pek inanmaz ve sizin yüzünüze yalan söylemek zorunda kalır. İlk iş bu fikrinizle alay eden ve küçümseyenlerden uzak durmak ve sizinle aynı duyguyu paylaşan insanlarla birlikte bir şeyler üretmeye karar vermek. Çoğu şey için para buluruz ama bu konuda nedense hiç para bulamayız. Bu bizim bu işi gerçekten isteyip istemediğimize bağlıdır. Eğer bu yazıyı okuyorsanız bu istek sizde var emin olun.

En önemli konulardan biriside yönetmen olmak için bir eğitim almaya ekmek, su ve hava kadar gerekli olmadığıdır. Bunu sakın unutmayın. Sizi rahatlatmak için bir kaç örnek vereyim isterseniz.

James Cameron, bu ismi duyduğunuzda aklınıza hemen Terminator ve Titanik filmlerinden birisi gelmesi lazım yoksa oturup biraz düşünmeniz gerekebilir. Kendisi bir çok yerde okuduğuma göre fizik eğitimini yarıda bırakıp çocukluğundan beri aklında olan mesleğe aç kalma pahasına adım atmıştır. Hatta The Terminator'ü çekerken araba kovalamaca sahnesinde çekim için izin almadıkları nedeniyle uyarmaya gelen polise " Arkadaşın bitirme ödevini çekiyoruz yoksa sınıfta kalacak" diyerek kandırdığı sonrasında çekim bittiğinde polisin " Arkadaşınız çok yetenekli" demesine kadar vardıracak zeka ve isteği vardı.

Eğer iyi ve arkanızdan bir hayran kitlesi oluşturmak istiyorsanız senaryo da yazmanız gerekiyor. Üstelik bu yazılmış olması için değil sizin eseriniz olması lazım...

Başarılı yönetmenlere baktığımızda sinemada kendilerine bir tür seçiyorlar veya doğal olarak o türe yöneliyorlar. James Cameron bilim kurgu, Tim Burton korku-masalsı, Christopher Nolan kara film, David Lynch gizem-gerilim gibi... Her yönetmenin kendileri ile aynı duyguyu paylaşan bir izleyici kitlesi var ve bir çok filmlerinde daha fazla izleyicilere ulaşmışlardır. Çoğu türk yönetmenin kendi stilinin olmaması ve önlerine gelen çoğu teklifi para için kabul ettikleri izlenimi veriyor bana. sizce de öyle değil mi? Kendi stillerini oluşturduğunu düşünebileceğimiz yönetmenlerimizde var tabi ki Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın ve Çağan Irmak... Ama bu üç yönetmenin de çalıştıkları konuların birbirlerine benzemesi sinemamızda pekte farklılık oluşturmuyor. Demek istediğim daha üsteki yönetmenler gibi tam anlamıyla birbirlerinden ayrılmıyorlar.

Elinize kamerayı alın ve çekmeye başlayın. Teorik bilgilerle kafanızı fazla doldurmayın ve kendi tekniklerinizi keşfedin. Ve en önemlisi hissettiğiniz bir konuda çalışın. His çok önemlidir bunu her işinizde kullanın. Filminizde deliren bir adam mı var? Delilerin araştırın, onlarla konuşun veya kendinizi onların yerine koyun va bir gün geçerin anlarla hayal dünyanızda ve bir şeyler hissetmeye başladığınızda kağıt, kalemi elinize almaya hazırsınız demektir.

14 Aralık 2008 Pazar

Bizde İnsanız Bizde Yapabiliriz!


Halk arasında ünlü bir laf vardır. "Adamlar ne yapmış bee", "Cavurlar yapıyor kardeşim"... Bizim yapamıyacağımızdan değil sadece bir şeyler yapabileceğimizi unuttuk veya unutturdular. Biz hep geçmişimizle övünürüz. Çanakkale Savaşı, İstabul'un Fethi ve Osmanlı'nın yaptıklarını sanki biz yapmışız gibi kendimize pay çıkararak anlatır gururlanırız. Ama bunu yaparken daha atalarımızın başarılarından söz edip gururlanmayı hak ediyormuyuz diye düşünmüyoruz bile. Size söyleyeyim genel olarak "HAYIIRR"..

Gençlerin bol olduğu sokakta dolaşın bir anda moraliniz bozulur. Ama gençlerin eğlenmeye hakkı var diyorsunuz. Varda, hep eğlenilmezki... Günün amacı karşı cinse kendini beğendirip manita yapmak, yeni üst baş almak, içmek vs. Yaptıkları en akıl almaz şeyde yaptıkları utanılacak şeyleri arkadaşlarına çok büyük bir mağrifetmiş gibi anlatması. Efendim batıda da var böyle gençlik hem bizimkilerden beter, bizimkilerin onlara ulaşması için 5 sene var aralarında fazla değil. Ama eğitimleri ve yaptıkları ortada, neden diye hiç düşünmüyor mu bizim gençlik. Sinemaya kız arkadaşları ile ahlaksızlık yapmaya giden, bilgisayarı sadece chat yapmak için kullanan bir gençliğin bize yararı olmadığı gibi zararı da var. Sagopa Kajmer'in bir parçasından söylediği gibi "Hayrından umutsuzum getirme bari şerrini"...

Blogumun ismi sinemayla ilgili buraya kadar okumuş sinema tutkunları merak etmeyin lafı oraya getiriyorum. Sinema ve gençlik kelimeleri bana kısa filmleri hatırlatıyor, çünkü kısa filmler çoğunlukla genç sinema tutkunları tarafından çekiliyor. Bizim kısa filmlerimize baktığımda birbirine benzeyen, içinde bir gram akıl barındırmayan şeyler görüyorum ve bu iğrenç ötesi filmlere bazı arkadaşlar yönetmenimiz kırılmasın diye olumlu yorumlar yazıyor. Çoğu genç sinema öğrencileri forum sitelerinde kendine senaryo arıyor. Bu ilk hatası. İlk filmin senin çocuğun gibi olmalı senaryoyuda senin yazman gerekir ki bu yola iyi başla. Yönetmenlerin ve senaristlerin en başta yapacağı şey kitap okumalarıdır ama boş kitapları değil seçici olmalılar. Kitap okumalı, bol bol film izlemeli, notlar almalı aklı 24 saat sinemada olmalı ki beynin içi az da olsa dolsun. "Boş bardaktan su taşmaz"...

Christopher Nolan ismini hiç duymamışsanız kendinize sinema sever demeyi bırakın demekten başka bir şey bulamıyorum. Kendisi The Prestige, Memento, Batman Begins ve The Dark Knight filmlerinin yönetmeni ve en önemlisi senaristidir. Gerçekten başarılı insan geçmişinden belli oluyor. Bir de Nolan'ın 27 yaşında yazdığı ve yönettiği kısa filmi kendinize örnek alabilirsiniz. Ama sakın çoğu kendine yapımcı, yönetmen, senarist diyen abiler gibi çalmayın. Sizi DoodleBug la baş başa bırakıyorum...

13 Aralık 2008 Cumartesi

Sana Zarar Vereni Yok Et!

Antalya'nın sıcak bir havasında, bahçesine çiçek diken yaşlı adama bakıyordu ufak çocuk. Düşünceliydi ve şaşırmıştı. Sanırım yaşlı adamın torunuydu. Sonra yaşlı adamın yanına geldi ve şöyle dedi;

- Çiçeklerin dibindeki otları neden yoluyorsun dede, onlar da bitki değil mi?

Yaşlı Adam;

- Hmmm... Bu güzelim çiçeklerin daha iyi ve hızlı büyümesi için yapıyorum.

Çocuk;

- Onları yolunca neden daha hızlı büyüyorlar?

Yaşlı Adam;

- Biz insanlar sevdiğimiz şeyin iyi olmasını isteriz. Ve onun önüne çıkan her türlü engeli yok ederiz. Eğer otları yolmazsam çiçeğin suyunu, toprağın verimini ve güneşin ışığını çiçekten alır. Bu yüzden çiçek kuruyabilir.

Ertesi sabah çocuk yatağından kalktı. Hemen dedesinin bahçesinde ki çiçeklere bakmak için hızla koşuyordu. Çiçekerin hepsini teker teker kokladı. Koklarken bahçeye bir top hızla yaklaşıyordu. Top çocuğun tam o sırada kokladığı çiçeğin üstüne geldi. Çiçek artık kırılmıştı. Çiçeği heyecanla eskisi gibi dikleştiriyordu ama çiçek yine yere bakıyordu. Sonra topu almak için bahçeye doğru koşan birini gördü. Hemen topu eline aldı. Sonra dedesinin sözleri geldi aklına ve topu aldığı gibi evin içine girdi. Diğer çocuk topu almaya geldiğinde çocuğun topla birlikte içeri girdiğini görmüştü. Oda çocuğun peşinden evin kapısına doğru koşmaya başladı. Aralarında 2 metre vardı. Çocuk mutfağa girdi ve eline büyük bir bıçak aldı. Ve topa sapladı. Topun patladığını gören diğer çocuk hemen patlak topu çocuğun elinden aldı. Topa sinirli sinirli bakıyordu. Gözlerinden ağlamak istememesine rağmen yaşlar akmaya başladı. Diğer çocuğun aklına dün babasının fare tuzağı kurarken sorduğu soruya verdiği şu cevabı geldi.

" Çünkü evimize eşyalarımızı kemiriyor, yiyeceklerimizi yiyor. Eğer sana bir şey zarar verirse onu yok etmen gerekir ki sana bir daha zarar veremesin."

Sonra bıçağı çocuğun elinden aldı ve...