29 Aralık 2008 Pazartesi

Ne Kadar Bilgiliyiz?


Sinema ve diğer sektörlerde ne yazık ki level atlayıp bir üst kademeye ulaşamıyoruz. Bu sektörde ne yazık ki hep böyle. Bilgisayar işinde copy/paste nasıl varsa sinema içinde aynı şeyi söylebiliriz. Aslında bir başka açıdan bakarsak zaten insanoğlu hayatının sonuna kadar her şeyi beynine kopyalıyor ve işte farklılık burada başlıyor. Bir bilgiyi algılarsınız Ali'nin beyni farklı yorumlar Veli'nin ki başka... Yorum ve bakış farkı işte burada önem kazanıyor. Kopyalamak iyidir ama ezber çok kötüdür. İkisinin arasında ki o ince farka iştirak etmeniz gerekir. Quentin Tarantino bizzat kendisi açıklamıştır "ben her filmden bazı şeyler çalarım". Ama çalmakla kalmıyor filmlere kendi yorumunu katıyor ve başka bir tür üretiyor sinemada kendince. Tarantino öyle ahım şahım bir sinema eğitimi almadı onun hocaları üniversitedeki profösörlerden kat kat iyiydi. " Okula gitmiyorum filmlere gidiyorum "

Yönetmen mi olmak istiyorsunuz? Bu çok basit... Hemen elinize bir kamera alın ve delice çekmeye başlayın ve kendi tarzınızı oluşturun. Durmadan çekin. İlk kısa filminizde festivallerden ödül almayı beklemeyin. Yönetmenlerin başarısı kafasında ki o imgeyi görüntüye düşürme becerisi kadardır. O yüzden kameralarla haşır neşir olun ve bu işte kendi deneyimlerinizi edinin. İlk kısa film denemeniz bir düğün videosundan farksız olur büyük ihtimalle ama ilerdeki deneyimlerde kalitenin arttığını sizde göreceksiniz.

Written By: CineWriter

25 Aralık 2008 Perşembe

Mac vs PC ( Tranformers Stilinde)

İnternette şans eseri karşılaştığım bu kısa filmi sizinle paylaşmak istedim. Mac ve Pc arasında ki savaşı aksiyon ve komik bir dille anlatmış....


9 Filminin Fragmanı ( Tim Burton ve Timur Bekmambetov)

Tim Burton ve Timur Bekmambetov'un yapımcılığını üstlediği sıradışı animasyonun yönetmeni ve senaristi ise Shane Acker var. Shane Acker'ın daha önceki 9 adlı kısa filminden yola çıkılarak yapılmış ve böyle kariyerli yönetmenleri arkasına alması filmin başarılı olacağını hissettiriyor.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yeşilçam Çıkmazı


Ah şu çıkmazlar bir türlü çıkamadılar hayatımızdan. Özellikle sinema sektörü içindeyseniz bu çıkmazları her saniye yaşıyabilirsiniz. Hayatın bir çok yerinde olduğu gibi... Bazılarının çıkarları uğruna size istemediğiniz bir şeyleri yaptırmak istemeleri insanın kendisini köle gibi hissetmesine neden olur. Ve eğer bu kişi "köle" kelimesine çok uzak biri olan bir sanatçıysa. Sanatçı olmanız için bakış açınızın diğer insanlardan farklı olması ( dikkat: kendiliğinden bir farklılıktan bahsediyorum yoksa bilerek farklılık değil ya da herkesin gözdesi imaj farklılığı değil) sanatçı olmanızın en büyük nedenlerinden biridir.

Farklı bakmak... Bir insan neden diğerlerinden farklı düşünür ki? Sanırım bunu açıklaması son derece karmaşık ve hem anlamlı hem anlamsız bir açıklama. Yaptığınız ve düşündüğünüz şeyler diğer insanlara saçma geldiğinde onların yaptıklarıda size saçma gelmeye başlar. Bir sanatçının hayatında şimdiki zamandan geçmişe gittiğimizde yaşadıklarını değil yaşadıklarının üzerinde bıraktığı etkiyi görmemiz lazım gelir. Yazı yazarken, resim yaparken, müzik bestelerken, bir film yaparken burda en önemli şey histir. İçinizde bir şeyler hissetmeden güzel ve insanı başka diyarlara götürecek hiç bir şey üretemezsiniz. Daha doğrusu yaptığınız o varlığa sanat eseri denemez. Denilmemelidir. Şu anda bir çoğumuz sanatçı dediğimiz kişilerin yaptıkları gibi... Ve bir şeyler hissetmenin en kolay yolu onu yaşamaktır veya onu farkedebilmek. İşte farketmek içinde diğer insanlardan farklı olmak gerekiyor üste söylediğimiz gibi, yoksa herkes sanatçı olurdu.

Türkiye'de yapılan filmlere ve dizilere baktığımda özellikle dizilerde aşktan başka bir şey hissetmiyor muyuz biz diye bir düşünceye kapıldım. Aşk elbette hayatımızın en büyük parçası ve bu her sanat eserinde olmalı ama bu hep karşı cinse olan aşk olursa biraz adi bir şey olur. İşlenecek o kadar çok aşk var ki biz tek tür aşkta kalmışız ve bunda da pek başarılı olduğumuzu söyleyemiyeceğim. Anne aşkı, adalet aşkı, hayat aşkı, bir bardak aşkı bile olabilir bu sizin üretkenliğinize kalmış. İşte bu evrede gerçek sanatçı işin içine giriyor. Bardak aşkı size çok saçma gelebilir ama bir sanatçı bunu size öyle bir anlatır ki yanıldığınızı anlarsınız o zaman.

Kendi Stiliniz Olsun

Sanatçı kopyacı bir mahluk değildir. Bir sanat dalı içinde bile ayrı bir sanat dalı oluşturacak size özgü orjinal bir stilinizin olması gerekiyor. Mesela Picasso. Sizce o normal bir resim mi yapıyordu? Mesela yazının başlığını oluşturmama yardımcı olan David Lynch. Mesela rap dünyasında kendi tarzını oluşturmuş Sagopa Kajmer. Eğer çok güzel doğa resimleri çiziyorsanız bu çok gerçekci bile olsa değeri pek fazla olmaz. Siz yeteneklisinizdir sadece bu hiç bir zaman yetmez. Sizin sesiniz çok güzeldir ama bir eser üretememişseniz sadece unutulursunuz. Yetenekten öte bir şey daha gerekiyor.

Sanatçı Olduğunuzu Anlamanın En iyi Yolu

Siz eserinize imza atmadan önce insanlar sizin yaptığınızı anlabiliyorsalar siz arık bir sanatçısınız demektir.

Written By : CineWriter

22 Aralık 2008 Pazartesi

Değişim

Bu blogda şimdiye kadar ki yazdığim yazıların tarzını değiştirmeye karar verdim. Bundan sonra ki yazılarda film analizlerine ve senaryo konusunda yoğunlaşıcaz. Yani filmlere yüzeysel değil daha derin bir bir bakış açısıyla yaklaşıcaz. Umarım sizlere daha yararlı olurum.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Yüzüklerin Efendisi Hikayesi (J.R.R.TOLKIEN'in Dünyası)


Yüzüklerin Efendisi ( Lord of the Rings ) filminin hayatımıza girmesine neden olan hiç kuşkusuz Tolkien'dir. Yazar hakkında genel bilgileri her yerde bulabilirsiniz. Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi'ni oluşturma sürecine kısa bir yolculuk yapcağız sizinle...

Elflerin Dilleri

1. Dünya Savaşı dünyada bir çok şeyi değiştirdi ve alt üst etti. İnsanları her yönden etkiledi ve girmediği delik don kalmadı. Yazarımız da 1. Dünya Savaşında görev alıyor ve bu görev sırasında Orta Dünya'da yaşayacak olan Elf'leri kafasında oluşturmaya başlıyor. Yazar gerçek dünyadan apayrı bir dünya hayal ediyor kendi dünyasında... Elflerin dilleri olan Qenya dilini üretmeye başlıyor ve bu dilin söylenenlere göre tamamen farklı bir dil yapısı içinde olduğudur. Kelimeler başka ve hiç bir şey başka bir dilden esinlenerek yapılmamış. Yazarın kendisi İngilizce, Almanca ve Fince biliyor.

Tek Başına Değil

Tolkien bu eserde büyük bir paya sahip olsada tam anlamıyla sıfırdan kendinin ürettiğini söylemek doğru olmaz. Arkadaşarı ve öğrencileri ile yapılan toplantılar ve bu toplantılarda anlatılan eski dilde masallar Yüzüklerin Efendisi'nin oluşmasında büyük bir katkı sağlamaştır. Aslında bizim senaristlerimiz ve bazı genç arkadaşlarımızında böyle bir uygulama yapması Türk Sineması içinde büyük bir katkı olur.

İlk Eser "The Hobbit"

Yüzüklerin Efendisi'nden önce The Hobbit adlı kitabını yayınlıyor 1937 senesinde. Eser içinde ki karakter zenginliğiyle bize o yıllarda yeni karakterler hediye ediyor ve diğer çizgi film, film ve kitaplarda tanıştığımız sivri şapkalı, elinde asası, beyaz sakallı ve cübbeli sihirbaz karakterini bize Gandalf ile bütün dünyaya armağan ediyor.

Yılmamanın Armağını

The Hobbit'in sanıldığı gibi o dönemde pekte tutulduğunu söylemek zor çünkü o dönemde eski dil profesöründen basit bir "masal" çıkması onu yoğun eleştirilere maruz bırakıyor. Bu kötülemeleri dinlemiyor ve örnek bir davranışla kendi yoluna devam ediyor. Ve "The Lord of the Rings" gibi dünya edebiyatının sayılı örneklerinden birini bize armağan ediyor. The Hobbit ile The Lord of the Rings, birbirine benzetilsede ikisi arasında ki farkı kitapları okuyarak anlayabilirsiniz.

40 Yıl

Tolkien bize bu eseri yazmak için büyük uğraşlar verdi ve her şey hemen olmadı. İşinden yılmama gibi bir davranıştan sonra bize ikinci büyük bir ders veriyor ve gerçek bir eser üretmenin o kadar kolay olmayacağını, sabrın burda altın kadar değerli olduğunu öğretiyor. Aslında Yüzüklerin Efendisi'nin bu haline gelmesi yaklaşık 40 yıl ya da daha uzun bir süre alıyor.

Silmarillion

Ölümünden sonra yayınlanan Silmarillion kitabında Orta Dünya'nın (Middle Earth) bize bin yıllık tarihini anlatıyor. Silmarillion'da sanki başka bir dünya varmış ve bize onun gerçek tarihini anlatıyormuş hissine kapılabilirsiniz.

Tolkien bize hayatının eserini yazmış ve kendisine kafasının içinde farklı bir dünya oluşturmuş. Burdan anlayacağımız bir sanat eserinin ne olursa olsun kolay üretilemeyeceği ve bizimde Tolkien'in hayatından dersler çıkarmamız gerektiğidir. Yazar olmanın o kadar basit olmadığını ve bu yolda bizim en önemli silahlarımızın sabır ve asla yılmamak olduğunu öğreniyoruz.

16 Aralık 2008 Salı

Türk Dizileri ve Biz (Karmaşık Hikaye)


Türk dizilerine baktığımızda hepsi birbirine benzeyen hikayeler ve konuşmalara varan benzerlikler görürüz. Bu da biz seyircilere yapılan en büyük haksızlık ve kandırmaca... Eğer bir dizi tutulursa hemen onun benzerlerini TV'lerde görmeye başlarız. Bu bir tek TV'de değil sanal alemde de öyle sanırım.

Aşk dizilerinin bolluğundan tutun, komedi dizilerinin hep aynı durumları işlemesine kadar varır. Sitcom tarzı diziler bizde ne yazık ki Avrupa Yakası dışında birbirlerine çok benziyor. Bazen Avrupa Yakası'nda da benzer konular olsada işleniş tarzı farklı olduğu için bunu bize pek hissettirmiyor. Ne yaptığınız değil nasıl yaptığınız önemlidir.

Komedi dizilerimizde bir kahramanımız mutlaka hafızasını yitirir, geçmişe dönülür, nedense cebinde olması gereken parayı bir yere koyar ve birileri onu karıştırarak alır, sonuçta hep aynı kişi onu yakalar vs. Yalancı Romantik dizisinde baş karakerimizin eşi onun hep romantik olmasını ister ve karakter eşini önce üzer sonra sevindirir ve köfteyi yer. Benim Annem Bir Melektir'de ise hep gelin kaynana arasında ki olaylar klasik bir şekilde işlenir ve olaylar hep aynı noktada birleşir.

Avrupa Yakası'nda olmayan şey işe yukarıda ki diziler gibi iki karakterin arasında ki olaylara kurulu olamayn bir hikaye yapısıdır. Basit karakterler karmışık bir hikaye yapısıdır.

Avrupa Yakası'ndan bir örnek vermek gerekirse, Burhan Sacit'e yakalanmamak için kılık değiştirerek iş yerine gider ve o bölümde küçük bir bebek vardır. Bu bebekle Kubilay arasında müthiş bir sevgi doğar ve Kubilay bebeği oyuncaklara boğar. Sacit ise Burhan'ın Tokat'ta değilde İstanbul'da olmasından şüphelenerek Makbule'yi muhallebicide ki arkadaşlarına emanet eder. Bu arada ise Cem, Gaffur'un sakarlığıyla sakatlanır ve hasta halinden pek memnun olmayan ev ahalisi onun eline dürbün verir ve giderler. Sonra Cem dürbünle bakarken iş yerini görür ve iş yerine dürdünle bakmaya devam eder. Burhan bu arada Tanrıverdi ile kavgalıdır. Burhan'ın Tanrıverdi'nin çalıştığı yere silah tutup eteş etmesi Cem'i korkutur. Sonra orada Makbule'nin gizlice Burhan'ı görmeye geldiğini görürüz. Aslı eve gelir ve Cem her şeyi ona anlatır. Burhan eve kılık değiştirmiş halde gelir ve bu arada kapı bozuktur. Aralarında Burhan ile karşısındakilerin başka konular hakkında ki ve herkesin kendi konusundan bahsettiğini zannetiği konuşmalar geçer. Sonra makbule gelir ve cebindeki oyuncak tabancayla Makbule'ye ateş eder. Her şey anlaşılır.

Burada bir çok olayla bağlantı kurmak hikayenizi daha kuvvetli yapar.

- Kubilay'ın çocuğa oyuncak alması ve oyuncaklar içinden Burhan'ın silahla oynaması,
- Kapının bozuk olması, (Cem hastayken annesinin kapıyı kırdırarak içeri girmesi ile)
- Makbule'nin muhallebiciden kaçmak zorunda olması,
- Tanrıverdi ile Burhan'ın kavgalı olması,
- Cem'im sakatlanması
- Cem'in hasta halinde ki psikolojisinden rahatsız olan ev ahalisinin onun eline dürbün verip evden kaçması vs. hikayeyi daha karmaşık ve komik bir hal aldırıyor. İki karakterin devamlı birbirleriyle çekişmesi değil zaman zaman bütün karakterlerin dizide aktif rol alması diziyi daha izlenebilir kılıyor.

Hikayeniz ne kadar karmaşık ve bağlantılı olursa o kadar başarılı olur.